ZeroBuild Forum (Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Sanal Forumu), 23-27 Eylül 2020 tarihleri arasında çevrim içi ortamda gerçekleşti. MC2 Haber’in de sektörel medya ortağı olduğu etkinlikte “Pasif Binalar: “Net Sıfır”a giden yol” konulu sunum yapan Passivhaus Trust Araştırma ve Politikalar Direktörü John Palmer, pasif evlere ilişkin bilgiler paylaştı.
Binalardan gelen emisyonların iki büyük kategoriye oturduğunun altını çizen Passivhaus Trust Araştırma ve Politikalar Direktörü John Palmer, şunları söyledi: “Operasyonel veya gömülü emisyonlar olabilir. Gömülü emisyonlar; inşaat aşamasında ortaya çıkan emisyonlar ve tabiki bir binanın yaşam döngüsü esnasında renovasyonunda ve aynı zamanda bakımında karşımıza çıkabilir. Operasyonel emisyonlar ise bina inşa edildikten sonra elektrik kullanımı, suyun ısıtılması gibi ortaya çıkan emisyonlardır.”
Konuşmasında daha çok operasyonel emisyonlara odaklanan Palmer, bunun sebebini şöyle açıkladı: “Pasif evlerde böyle bir durum söz konusu ve emisyonların önemli bir kısmı buradan geliyor. Gömülü emisyonlar tabiki çok önemli. Net sıfıra erişmek istiyorsak gömülü emisyonlara da bakmamız lazım. Fakat günümüzde operasyonel emisyonların daha da önem kazandığını görüyoruz. İkisi birbirini tamamlayan şeyler aslında ve farklı unsurları göz önünde bulundurmamız gerekiyor.”
Günümüzde dünyadaki emisyonların yüzde 40’ının binalardan kaynaklandığını ifade eden Palmer, dünya çapında genellikle operasyonel emisyonların büyük aslan payını aldığının görüldüğünü söyledi. Bu bağlamda net sıfıra ulaşılmak isteniyorsa bu operasyonel emisyonlara bakılması gerektiğinin altını çizdi.
Türkiye ve İngiltere’de binalarda hane halkının enerji kullanımında benzerlikler gösterdiğine değinen Palmer, şunları söyledi: “Ancak Türkiye’de genelde fosil yakıtların kullanıldığını görüyoruz. Petrol, doğalgaz ve elektrik üretiminde de enerji kullanımına bakacak olursak, binalarda doğal gaz ve petrol kullanarak hane halkının çok fazla enerji tükettiğini görüyoruz. İngiltere’de de böyle bir durum söz konusu. Doğalgaz ve petrol yine ısınma vs. için kullanılıyor. Tabi farklı, karma enerji kaynaklarımız da var ama Türkiye ve İngiltere’de durum şu anda fosil yakıtlara odaklanmış durumda. Genel resim böyle.”
Pasif evin mantığının enerjinin dışa kaçmasının engellenmesi, enerjinin bina içinde tutulabilmesiyle alakalı olduğunu belirten Palmer, “böylece temas noktalarını enerji kaçışı için sınırlamaya çalışırsınız.” dedi.
Konu ile ilgili olarak İngiltere’deki tipik bir evden örnek veren Palmer, sözlerine şöyle devam etti: “Çatıda, havalandırmayla pencere, kapılardan ve duvarlardan ısı kaybı olur. Bir de enerji kazanabileceğimiz alanlar var. Nereden kazanabiliyoruz? Pencereden ve güneş ışığından kazanabiliyoruz. İç kazanç dediğimiz yani ev içinde yaşayarak yemek pişirerek vs. enerji kazanabiliyoruz. Kayıplar ve kazançlar dengeye gelmezse ve kazançlarınız, kayıplardan daha az ise o zaman ev soğumaya başlayacaktır. O zaman da o açığı kapatmak için bir ısıtma talebi oluşacaktır. İngiltere’de mesela yeni inşa edilen bir bina için bunun günahı 85 KWh/m2 olarak karşımıza çıkıyor.”
Binaların pasif ev ısıtma talebinin yılda 15 KWh/m2 ye gelmesinin önemli kriter olduğunu vurgulayan Palmer, “Binanın pasif ev sertifikası alması için 15 KWh’lik düzeyin yakalanması gerekiyor. Kısaca pasif ev; ısı talebini azaltan yapılardan bir tanesi. Pasif ev, sadece enerji tüketiminin azaltılmasıyla alakalı değildir. Bu sayede evlerde konfor da artıyor çünkü eviniz sıcacık bir yer hâline geliyor.”
Pasif evlerdeki kafa karışıklığına sebep olan yanlış algılardan birinin, sadece enerji tüketiminin azalmasına odaklanılması olduğunu belirten Palmer, “Hava kaçırmazlık, iç yüzeylerdeki sıcaklıkların sürekli 17 derecenin üzerinde olması ve bununla birlikte yaz aylarında yüzde 10’dan daha az ısınmanın söz konusu olması ve ekstra enerji tüketilmemesi önemli.” dedi.
Sunumunda bu binaların performans açığına da değinen Palmer, şunları söyledi: “Tasarladığımızda ve binayı inşa ettikten sonra ortaya çıkan performans açığından bahsediyorum. Bununla ilgili performans açığının nerede ortaya çıktığını gösteren ilginç bir çalışma var. Herkes açığın binada olduğunu düşünüyor. Mesela tasarımda bir problemin olmadığı ama inşaattan sonra güzel inşa edilemediği için böyle bir problemin ortaya çıktığı düşünülüyor. Oysa, tasarım aşamasında işler zorlaşıyor. Birtakım fedakarlıklarda bulunulması gerekiyor. Bu noktadan itibaren insanlar, enerji tüketimine; işin maliyetine odaklanıyor. Bu ne demek? Kaçınılmaz olarak binanın performansı da düşmeye başlıyor ve zaten binayı inşa etmeye başladığınızda istenilen düzeyin çok daha fazla altında olmuş oluyor. Binayı şartnameye uygun olarak inşa edebilmek için de böyle bir durumda farklı malzemelere gidiliyor. Binanın içine insanlar girdiğinde aslında beklentilerinin çok altında bir durumla karşılaşılmış oluyor. Dolayısıyla tasarımcıların aynı zamanda inşaatı yapan kişilerin her adımda gereken kaliteyi sağlayabilmeleri çok önemli.”
“Net Sıfır’a ulaşabilmek için önce nerede olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.” diyen Palmer, sözlerine şöyle devam etti: “Eğer hedeflerimizi belirlemeyi düşünüyorsak, karbonu mu konuşmalıyız ve karbon hedefleri mi koymalıyız? Yoksa enerjiyi mi baz almalıyız? Birçok kişi içgüdüsel olarak karbon diyor. ‘Karbonun azaltılması ve sıfıra çekilmesi gerekir’ diyor. Ancak benim önerim, enerji bazında olması yönünde. Bunun nedeni de enerjinin çok daha güvenilir bir gösterge olması. ‘Karbonu gözlemlemeyelim’ demiyorum. Karbonu gözlemlemeye devam edelim ancak hedef belirleme açısından enerji daha güvenilir bir gösterge.”
Net Sıfır olmak için jenerasyonun değiştirilmesi gerektiğine de değinen Palmer, yenilenebilir kaynaklardan enerji elde edilmesi gerektiğini söyledi. Ancak, burada kayıp bir şeylerin var olduğuna değinen Palmer şu bilgileri paylaştı: “Geleneksel olarak ihmal edilen bir şey var. Çünkü öngörmesi oldukça zor. İnsanların evlerini nasıl ısıtıp soğutacağını bilmek çok kolay değil. Bu da işimizi güçleştiriyor. Şimdi net sıfır çağında yaşıyorsak artık bunu öngörebilmemiz gerekiyor. Isıtma, soğutma, aydınlatma ve eşyalarınızın hepsini hesaba katarak gelecekte ne kadar yenilenebilir enerjiye ihtiyaç duyacağımızı öngörmemiz gerekiyor.”
Palmer, gelecekte enerji sistemlerinin neye benzeyeceğinin tam olarak bilinmemesiyle birlikte fosil yakıtların artık yakılmayacağını yerine yenilenebilir enerjinin kullanılacağını belirtti. Palmer, şunları söyledi: “Güneş, rüzgâr, dalga olabilir. Ancak bunlar öngörülebilir ve güvenilebilir kaynaklar değil. Ulusal bir tatil veya büyük bir spor müsabakası olduğunda burada elde edilen enerji, güvenilir ve yeterli olmayabilir. Dolayısıyla yenilenebilir enerjiyi depolayabilmemiz gerekiyor. Bazılarını günlük (gündüz depoladık akşam kullanacağız) bazılarını sezonluk döngüde (yazın depoladık kışın kullanacağız gibi) depolayabiliyoruz. Ancak bu da karşımıza sorun olarak çıkıyor çünkü enerjiyi depolarsak, enerji kaybediyoruz. Depoya aktarırken; depolarken, depodan çıkarırken enerji kaybediyoruz. Bu kaybın ne kadar olduğunu, nasıl teknolojilerin geleceğini tam olarak bilmiyoruz. Ulusal şebekenin de nasıl davranacağını tam olarak bilmiyoruz. Bu temelde ne kadar kısa sürede depolamamız gerektiğiyle ilgili karar vermemiz gereken bir şey. Bu da öngörülmesi çok kolay olan bir şey değil. Bu her hâlükârda aklımızda tutmamız gereken bir şey.”
Net sıfırdan bahsedildiğinde sadece enerji kayıplarını değil, depolamadaki kayıpların da hesaba katılması gerektiğini söyleyen Palmer, “100 KWh’lik bir şey için 120-130 KWh’lık enerji üretimine ihtiyaç duyacağız gibi gözüküyor. Bu henüz gelişmekte olan bir alan ama net sıfır tartışmasının önemli bir kısmını oluşturuyor.” dedi.
Hedeflenen noktaya ulaşamamanın oldukça zor olduğuna değinen Palmer, yeni evler ve var olan evler olmak üzere iki zorluğa dikkat çekti. Bunlardan bazılarının modern de olabileceğine değinen Palmer, modern olan evlerin bile fazla enerji kullandığını söyledi. Buradan hareketle net sıfır sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin şunları söyledi: “Elektrik şebekesinin dekarbonize olmasını bekleyebiliriz. Enerji akışı açısından bilinen bir şey var. Bütün ülkeler, gittikçe artan şekilde ulusal şebekeye yenilenebilir enerjiyi katmayı düşünüyor. İngiltere projeksiyonu bu şekilde. Bu bize şunu gösteriyor 2050’ye varana kadar şebekenin içeriği ve karbon miktarı çok ciddi şekilde düşüyor. Dolayısıyla dekarbonize olmasını bekleyebiliriz. Bu durumda faklı bir şey yapmamamıza gerek kalmaz. Burada şöyle bir sorun var. Bu o kadar basit değil. İngiltere’deki evlerin yüzde 84’ü, (Türkiye’de de bunun çok faklı olduğunu düşünmüyorum) doğal gaz ile ısıtılıyor. Bu durumda elektrik şebekesinin dekarbonize olmasını bekleyebiliriz. Olsa bile bu gaz kullanımını azaltmayacak bu da çok fazla emisyon anlamına geliyor.”
Palmer, dekarbonizasyonu beklemenin ve yenilenebilir enerji kullanmanın yanı sıra üçüncü seçenek olarak da kanun yapılabileceğini söyledi. Bu bağlamda da her binanın net sıfır olmasını mecburi hale getirilebileceğini ve insanların da bu konuda zorlanabileceğini söyledi.
Net sıfıra ulaşmaya çalışılıyorsa birkaç seçeneğin var olduğuna değinen Palmer, “şu an yaptığımız gibi çok enerji kullanmaya devam edebiliriz ya da enerji veremliliğine yatırım yapıp, evde daha az enerji kullanabiliriz. Ancak bu enerji verimli binaları yapmak için çok fazla enerji harcayacağımızı da biliyoruz.” dedi.
Enerji verimliliğinin bütün senaryolarda kullanılabilir olduğunu ve hiçbir senaryoda pişmanlık yaratmadığı vurgulayan Palmer, şunları söyledi: “Net sıfıra nasıl geldiğiniz önemli değil. Bunu yapmanın birçok yolu var. Ancak her seçenek, eğer binanız enerji verimli hâle getirirseniz işe yarayacaktır. Birçok seçenekte zaten binanızı enerji verimli hâle getirmeden o noktaya gelemiyorsunuz.”
Yeni binalarda durumun oldukça belli olduğunu ifade eden Palmer, şu bilgileri aktardı: “Tabi çok verimli düzeylere çıkılabilir. Yeni binalarda inşa edilirken mümkün olan en üst verimliliğim yakalamamız lazım aksi halde eski binalarda. 2050 yılına yaklaşırken güçlendirme yapmamız lazım. Yenilenebilir malzemelerin, yenilenebilir enerjinin bu bağlamda kullanılması zorunlu olmamakla birlikte teşvik edilmelidir. Güçlendirme ve tadilat meselesi biraz daha karmaşık mesele. Sonuçta binanın maliği var onun da bu işte söyleyecek sözü var. Ne kadar maliyet olacak, kim bunu ödeyecek? Orada işler biraz karmaşıklaşıyor. O nedenle nüansları da göz önünde bulundurarak olaya yaklaşmamız lazım. Bir de şu anda neredeyiz? Yani mevcut enerji stoğundaki enerji tüketimi ne alemde? Ona bakmamız lazım. Çok eski binalarda zaten belki istediğimizi başaramayabiliriz. Nispeten daha az yaşı olan binalarda bu tadilatlar yapılabilir ve yapısı nasıl? Yani bir ek bina mı, biraz rötuşlama mı yapmamız lazım. Mesela çatı katında az biraz izolasyon mu yapmamız lazım? vs. ona bakmamız lazım. Bir de bina yapısı ve türüne bağlı olarak ne kadar bir maliyet olacak? Ne kadar kazanç elde edeceğiz? Buradan hareketle nereye kadar enerji talebini azaltabilir? Onu görmüş oluruz. Ulusal düzeyde politikalar belirleyebiliriz. Sıfır enerji düzeyine indireceksek ne kadar kazanacağız onu görmüş oluyoruz.”
Net sıfır pasif evin maliyetini çıkarmasını etkileyecek farklı değişkenlerin varlığına değinen Palmer, şunları söyledi: “İlk değişken; ne kadar ek maliyete katlandığınız. Yüzde dörtlük doğrudan maliyet olacağı gibi aynı zamanda bazı projelerde bunun da altında maliyet olabiliyor. Çünkü bunu tasarımda optimize ediyorlar. Yani ilk etapta verimsiz ve komplike bir şekilde başlamak söz konusu olursa bu daha maliyetli olacaktır. Dolayısıyla bu faktörler, ilk etapta önemli. İkinci önemli faktör ise enerji faturanızdan ne kadar tasarrufta bulunuyorsunuz? Yani geleneksel bina ile kıyasladığınız zaman o da bina yönetmeliği, inşaat yönetmeliğine bağlı olarak değişebilecek bir durum. Bir diğer değişken de binanın bakımıyla alakalı. Pasif evin daha kaliteli bir ev olduğunu unutmamız lazım. Dolayısıyla bazı şeyleri daha az değiştireceksiniz. Daha az tamirat yapacaksınız demektir. Tabi senaryo tasarruflarını da göz önünde bulundurmak lazım. Sırf bunları bile göz önünde bulunursak 10-15 yılda maksimum kendini çıkartıyor daha az da olabilir. Tatbikî duruma göre değişir bu.
Faklı hidrojen formlarının varlığına da değinen Palmer, şunları söyledi: “Tam manasıyla yeşil, karbondioksitsiz hidrojen, yeşil hidrojen dediğimiz elektroliz ile üretilen hidrojen. Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretiliyor. Diğer hidrojen türleri ise ya havaya salınıyor ya da tutulması gerekiyor. Dolayısıyla yatırımın bu yeşil hidrojene yapılması lazım. Büyük ölçekte de yatırım gerektiriyor.”
Enerji verimliliğinin pişmanlığın yaşanamayacağı anlardan bir tanesi olduğunun altını çizen Palmer, “Şu anda bunu başarırsak çok güzel bir etki yaratıyor olacağız.” dedi.